"VİTOSHA DAĞININ ETEKLERİ, BOYANANIN DERELERİ..."

  

Erasmusun yoğun ders maratonundan bunalıp, hafta sonu kafa dinlemeye yer ararken, internette karşıma çıktı. Boyana Kilisesi, Boyana Şelalesi, Altın Köprü (Taş Nehir) ve Boyana Gölü. Studentski Grad’tan sadece 2 otobüs uzakta olan Boyana ''Neden gitmiyorum ki'' dedim.
Sabahın erken saatinde önce 102,sonra 64 numaralı otobüse binerek önce Kiliseyi ziyaret ederek güne başladım.
 Vitosha Dağının eteklerinde bulunan Kilise, ortaçağ Bulgar Ortadoks kilisesidir ve UNESCO Dünya Mirası Listesindedir.
Kiliseden ayrıldıktan sonra Şelale için yürümeye başladım. Ormanda yürüyen herkes birbirine selam veriyordu.Birisiyle selamlaştıktan sonra kısa bir sohbet ettik. Adam bana “Nerelisin” diye sordu. Ben Türküm deyince, “ komşu, nasılsın” diyip başladı ‘’Kırmızı- Beyaz” tezahürata. O öyle yapınca bende başladım yarım yamalak öğrendiğim Bulgarca cümleleri kurmaya. Muhabbet bitti, ama yol yürü yürü bitmiyor.


Başlangıçtan yaklaşık 1 buçuk saat sonra şelaleye vardım.İnsan doğanın içinde iken kendini cidden huzurlu hissediyor.Suyun sesi, eşsiz doğa atmosferi eşliğinde soluklanıp bir şeyler atıştırdıktan sonra Golden Brigde için tekrar yola koyuldum.. 2 saatten fazla yürümek zorunda kaldım. Google Mapsten baktığım rota hatalı çıkınca farklı yollara girdim. Ama sonunda, sora sora altın köprüyü buldum. Yol üzerinde piknik alanları var, insanlar aileleri arkadaşlarıyla gelip güzel vakit geçiriyorlar.
Golden bridge dedikleri yer altın köprü felan değil. Kayalardan oluşan doğal bir köprü altından su akıyor. Sanırım renginden dolayı Golden Bridge diyorlar.Altın Köprüden sonra mola verdim. dağdan akan kaynak suyunu şişeme doldurdum. Mola verdiğim yerde biraz kitap okuduktan sonra Boyana Gölü için tekrardan yürümeye başladım.





Ağaçlarda asılı olan tabelaya uydum. Ama yolumun üzerine ağaç devrilmiş yol kapanmıştı. Bende “tepeyi dolanıp ağacın arka tarafındaki yola inerim diye düşündüm” ama öyle olmadı. Tepeye çıkmaya başladım ama toprak çok yumuşaktı kayıyordu, ağaca tutunmaya çalışıyordum ama bazıları devrilen ağaçların dallarıydı ve tutunduğumda benle beraber geliyordu. En sonunda suyun sesine gitmeye karar verdim.  Birkaç insan beni gördü tepeden aşağı düşerken J bana seslendiler. Tabi Bulgarca konuşuyorlar ve anlamıyorum J Neyse ki kadın İngilizce biliyordu. Nasıl inmem gerektiğini söyledi. Çok şükür büyük bir kaza yaşamadan indim ve teşekkür etmeye başladım. Kadının kocası bana “orada ne işin vardı, ne buldun?” diye sordu. Durumu anlatınca sağ salim inmenin verdiği mutluluk ile gülmeye başladık.Gölü ararken az daha kayboluyordum.




O kadar saat yürümenin getirdiği yorgunluk, kaybolmanın verdiği korku ve heyecan, ve ardından karşılaştığım göl manzarası hiç de hoşuma gitmedi. Umduğum gibi değildi. Çok büyük beklentilerle gitmiştim. Gölden ayrıldıktan sonra tabelaları takip ede ede başladığım yere dönmenin verdiği mutlulukla otobüs durağına gidip eve gideceğim otobüsü bekledim...


Yorumlar